Hepimize merhaba! Evet yine bir çılgınlık peşindeyim.
Ne biliyor musunuz? Herşeyi uzun uzun anlatabildiğim, insanlara aktarmak istediğim müzikal ve aynı zamanda duygusal bilgilerimi, hislerimi küçücük sosyal medya bölümlerine sığdırmaya çalışmak biraz kişisel akışıma saygısızlık gibi duruyordu. O yüzden güzel bir pazartesi sabahında başladım yazmaya.
İnanır mısınız ilk defa İzmir Fuarı’nda geçen sene katıldığım bir etkinlikte yazmak istediğimi, düşüncelerimde en sesli dile getirdiğim andı ve “Palmiyeler” grubunun bateristi o sırada bir hata yapmıştı. Aslında güzel olan hatayı yaptıktan sonra aynı bizim grup gibi birbirlerine dayanamayıp gülmeleri ve tekrar bir “4” sayıp parçaya devam etmeleriydi. Tabi izleyici olarak söylüyorum; Böyle numaralar sahneye çok güzel yansıyormuş! (Tabi ki yapmacık olamazsınız)
E tabi “voohhuuhhoohaa” diye bağırdığımı hatırlıyorum. Sahne sonrası da ışık hızıyla tebrik etmiştim. Canlı müzik bambaşka birşey. Seyircilerin o an ne hissettiği, aralarındaki bağın kuvveti, aynı zamanda grubun birlikteliği ve seyirciyle iletişimi ile alakalı olan bir etkinlik aslında. İnsanların daha çok konser ve daha çok yabancı artisti görmek için ettikleri şikayetleri bu senelerde tabi ki çok duyuyoruz. Ama o gün İzmirde çok kişi olmasına rağmen söylüyorum; Canlı konserlere yeterli ilgi yok. Hadi biraz şikayetle başlayayım ilk yazıma biraz ateş edeyim oraya buraya. Dıkşığnn ! Hatta madde madde dıkşığn!
Selam süper bir sessin dinlemekten büyük keyif alıyorum gakat bu sene canlı performansını dinleyemedim savrads yer ayırtmıştım ama iptal edildi:( sahne/konser programınız belli mi ? Sieni çookkk seviyoruz ve dinlemek istiyoruz💙💙💙
Merhaba Evrencan. Birkaç yıldır senin ve müziklerinin takipçisiyim. Yaptığımız müzik tarzı ve müziğe yaklaşımlarımız birbirine çok yakın o yüzden ilk zamandan beri severek dinliyorum. Yazdığın şeylerin ne kadar doğru ve belirtilmesi gereken şeyler olduğunu söylemek istedim. Maalesef şu an yükselmeye çalışan müzisyenler hissetmeyi unutmuş gibi geliyor bana, herkes kendi kariyerine odaklanmış ne popülerse, ne daha çok dinlenecekse onu yapıyorlar gibi hissediyorum. Caz ve blues tarzında coverlar yapıyorum, çevremde popülarite ve isim arayışında olan insanlar kadar fırsat elde edemedim ama dediğin gibi sevdiğim şeyi yapınca beni dinleyen beş kişiyi bile dünyalara değişmem. Tabi daha 20 yaşındayım önümde kendimi geliştirmem için çok zaman var ama insanlar en başından böyle çıkıyorlar yola üzücü. Biz belki üç beş kişiye duyururuz kendimizi ama sen böyle böyle çok kişiye ulaşabilirsin. Düşüncelerini takdir ediyorum ve yazılarının devamını bekliyorum.
Sevgiyle kal.
Evrencan harika yazmışsın. Yazmaya devam et lütfen. Benim gibi “daha çok evrencan olsun” diyenler için bu yazılar harika olacak. Ruhunu ve sanatını çok beğeniyorum. Seni hep moda’da görüyorum. Sürekli bir teğet geçmece durumu var. Tam el sallayıp sana gülümsiycem hoooop kaldırım değiştiriyorsun. Umarım bir gün çok yakın iki arkadaş olur uzun sohbetler ederiz. En sevdiğim şarkın “ sevginin eseri” her duyguyu çok güzel betimliyorsun ve ne yapıyorsan daha fazlasıyla yapmaya devam et. Parlamaya köpürtmeye devam! Çok sevgiler🌸🙏🏻
Merhaba!
Müzik, klip, fotoğraf, güzel dilek, konser…. paylaşımlarınızdaki kaygısız ve candan tavrınız (ya da olabildiğince kaygısız diyelim) beni hep bi’ noktamdan yakaladılar. Şimdi bunlara yazıların da eklenmesi harika oldu! Yazılarınızın takipçisi olucam, umarım devam edersiniz 🙂
Şimdiii bana kalırsa bu maddeler aslında çok bağlantılı. Son maddeden ilk maddeye doğru gidersek eğer
4- ortada bir sabır eksikliği var. müzisyen benim bi meselem var, meselem dinlensin, sesim duyulsun, hemen duyulsun, herkes duysun, herkes sadece beni duysun… diyor. dinleyici benim bi meselem var istediğim şarkı çalınsın, bana çalınsın, hemen çalınsın, en iyi o şarkı çalınsın…. ( + hadi artık çal da videoya çekiyim)… diyor.
3- halbuki – müzisyenin de diğer müzikler karşısında bir dinleyici olduğunu da düşündüğümüzde – tüm dinleyiciler için esas konu dinlemeyi öğrenmek olmalı. ne güzel demişsiniz: bir araya gelip sadece dinlesek önce. sonra birbirimize dikkatimizi çeken noktaları göstersek. başkalarının nasıl ‘dinlediği’ni de öğrensek bi yandan. başkalarının nasıl dinlediğini öğrenmek kendi meseleni dinletebilmek/dinletemesen de anlatabilmek için gereken bir meziyet değil midir hem?
2- işte sabır eksikliğinden kaynaklanan acelecilik müzisyenin müzisyenle olan ilişkisine de yansıyor. tabii ki dediğiniz gibi kimse grup olmak zorunda değil, bir müzisyen solo kariyer de yapabilir. fakat sanıyorum bu kişi bir müzik eserini yalnız başınayken de canı gönülden dinleme zevki ve tecrübesini bilmediğinden bu halde. örneğin Tommy Emmanuel de genel olarak solo çalan bir müzisyen. Youtube’da kimi kulis videolarında kendinden çok daha tecrübesiz müzisyenlerin çalımlarını kısacık da olsa dinleyip yaptığı yorumlarda karşısındakini ne kadar iyi dinlediğini görmek mümkün. yine başka bir videosunda Tears In Heaven hakkında konuşurken Clapton hakkında yakaladığı detaylar ne kadar iyi bir dinleyici olduğunu gösteriyor. Zaten sadece yaptığı coverlar bile orijinal parçayı çok iyi bildiğinin yeterli bir kanıtı.
1- ekmek kaygısı herhalde müzisyenlik mesleğinin çıktığı günden bu yana gerçek müzisyenlerin en büyük acısı. ”en azından arada bir kendiniz için çalın” tavsiyenizi bu bakımdan çok faydalı ve içten buldum. yine de kalabalık kitlelere ortak bir dille konuşmanın ne kadar mümkün olduğu konusunda kafam karışık. müziği bir dil olarak düşündüğümüzde bu karışıklığı daha iyi anlatabilirim sanırım. şöyle ki hiçbir insanın konuşması da kitleleri bu denli etkileyemiyor. bir şiir dinletisi, bir kutlama konuşması, anma konuşması veya politikacıların mitinglerde konuşmalarını düşünelim. en başarılı (!) diyebileceğimiz örneklerde dahi en fazla 5-10 dakikalık bir toplu coşku görebiliyoruz. O toplu coşku anına kadar ve sonrasında herkes başka odaklara doğru gitmeye başlıyorlar. yani binlerce insana verilen bir konserde dahi tüm dinleyicilerle müzisyenlerin ortak bir meselesi olabilir ama bu en fazla 1-2 şarkı olabiliyor, diğer parçalarda ise bu ortaklığa katılanlar sürekli değişiyor. hatta bunun en uç örneği de bence: tüm seyircinin bir parçayı dinlemek istemesi fakat müzisyenin o parçayı o an çalmak istememesi ve istemese de çalması. düşünün yani derdi dile getiren kişinin odağı o sırada farklı bir yerde aslında ”çalan” kişi olarak çalınan eseri ‘dinlemiyor”!! olaya böyle bakınca dinleyicinin az olduğu ufak konserlerin önemi sanırım daha iyi anlaşılacaktır.
ben de upuzun yazdım valla bende de birikmiş sanırım bir şeyler. kalp kırıcı bir şeyler dediysem şimdiden özür dilerim, dinleyelim konuşalım dinleyelim paylaşalım fikirleri!!
yazmaya devam etmenizi diliyorum tekrardan!
sevgiler 🙂