Merhaba!
Olması gerektiği zamanda , olması gereken şeylerin olduğuna inandığım bir Dünya’da ve kaderde olduğuma inanmak istediğim bir gün daha buradayım. Tam burada ve bu anda olmanın mutluluğunu yaşarken, uzun zamandır zamansız ve boyutsuz akışımı , yazı kanalıyla siz sevenlerimle, kalpten dinleyen dinleyicilerimle buluşturamadığımı fark ettim. Bu yüzden tam Evrencan tarzıyla karşınızdayım. Spontan ve hızlı şekilde “su” gibi akacağım.
Su gibi olmaya alışmam çok zaman almadı aslında. Doğaçlama yeteceği de burdan doğmuştur ya… Sadece anda kalarak ve “ani” düşüncelerle anı bükebilme yeteceğidir doğaçlama. Su formuna ne kadar yakınsanız , “ama şimdi ben ne dicem , ama ya öyle yapamazsam” sorularının bu Dünya’da en fazla 3 gün utanılacağınızı bilme halinize o kadar yakınsınızdır. Herşeyin her an değişip , sistemin gerektirdiği “o eskidi , hadi şimdi yenisini getirdik ve eski kaka ööö çöp” muamelesinden ötürü, pandemide bile “kendimizi ille de birşeylerle meşgul etmemizi” bize dayatan bir sistemden bahsediyoruz. Su olmak bu şartlarda her babayiğidin yapacağı iş değil.
Peki Su hiç Durmuyor mu Bülent abi ? Yoksa biz seni yanlış mı anladık ( Evet onu kast etmiyor tabi ki. Barajlar suyun önünde duramaz diyor. Doğru diyor şair 🙂 ) Evet bu su da bir yerde durmalı. Bir yerde hareketsizliğin bize kazandığı farkındalığı öğreneceğimiz zaman gelmeli. Bunları anlatan kişinin bunu öğrenme ve anlama aşamanızda teknik olarak sabırlı olması gerekir , ama ben bunu okuyanların suratına su çarptığı anda birden şaşkına dönen kişi gibi şaşırmasını isterim elbette. Daha önceden sanki duymuş ya da görmüş ya da hissetmiş gibi olduğu anlarda, bunun sadece “zihninin ona oynadığı bir oyun” varsayımından daha öteye ve daha derine gitmesini istiyorum. İç döngüsünü ve iç ahengini, kendi ile olan uyumunu bulması için kendini dinleyecek alanı kendine vermeyen insanların kokusu şu an bile burnuma geliyor.
Ama sen bir organizma olarak yüzde seksen oranında sudan oluşuyorken, varlığını aramadığın, kendini keşfetmediğin günleri fark ettiğinde ne yapacaksın ? O gün yanında olmayı ve herşeye rağmen “kendine kızmaman ve her ne zamanda olursa olsun, farkındalığını fark edebildiğin için şükretmeni” isterdim biliyor musun…. Çünkü ne olursa olsun kendini tanımanın mutluğu ister 7 ister 17 ister 77 fark etmez. Sadece içindeki sessizliğin sesini duyduğun anı “kutlaman” gerekir. AH ya da VAH gereksiz enerji eforudur. Hani halk diliyle “Bulmuşsun ya daha ne dır dır ediyon be kardeşim ? Tadını çıkarsana “ denebilir o an için.
Neyse şimdi bu su biraz durdu içimde. Biraz durakladı ve ortak frekanstan açıklayıcı şekilde ilerleyebilme düzeyine geliyorum… Az kaldı… Tamam…
Uzun zamandır yazmak istiyordum. Üstüne bir röportajımda ön araştırma olarak bloglarımın okunduğunu öğrenince de aslında çok mutlu olduğumu itiraf etmeliyim. Bu beni çok sevindirdi. Beklentisi olmadan kendimi ve gözlemlerimi anlattığım küçük buluşma çadırıma uğrayan gariplere selam olsun diyorum.
Size bu dün sudan bahsedeceğim, yani sizden bahsedeceğim. Size kendinizi tanıtıcam. Biraz iddialı gibi duyuluyor ama değil. Sizde başkalarını kendine anlatabilecek güce sahipsiniz aslında. Bunu anlatabilmeyi deneyeceğim. Siz (zihniniz) anlamasa bile emin olun ruhunuz onay verecektir.
Anlamadığım bi kaç şey var. Evimize gelen misafirlere , yani misafir diye adlandırdığımız ve büyük bir bölümü sudan oluşan insan ve hayvan organizmalara olan misafirperverliğimizi saygı ile karşılıyorum. Peki ya dışarıdan eve gelen sular ? Onlar bizim arkadaşımız değil mi ?
Dışarıdan geldiği an mutfağın en köşesinde selamsız ve ilgisiz şekilde , bir kedi köpeğe gösterdiğimiz sevgiyi bile göstermiyoruz. Ama onu içmediğimizde yaşayamıyoruz. Çünkü suyu ve onun bizimle kurduğu ilişkiyi anlayamıyoruz çoğunlukla. Hatta şu an bazıları konuyu suya “merhaba , seni seviyorum evime hoşgeldin” e getireceğimi hissederek, soru işaretleri çıkarmaya başladılar kafalarında. Taaa burdan görüyüm o kadar kocamanlar ki 🙂
Evet doğru duydunuz okudunuz… Ne demişler atalar analar… Ah şu ana ata sözleri varya , yüksek farkındalık ve bilgelik içeren bilgilerin , kapsüle sıkıştırılmış hali gibi. Onları çok seviyorum. Sanki 155 kelimeyle birisinden hoşlandığını dile getiremeyen bir insan ve sadece “seni seviyorum ülen” diyip konuyu kapatan bir insanın farkı gibi. Gereksiz efor yasasına uyduğumuzda , yani hayat konusunda ustalaştığımızda, başka sorunlardan nasıl çözüldüğümüzü ve kurtuluş yollarımızı, diğer konulara da adapte etmeyi ve bağlantı kurmayı öğreniyoruz. Dolayısıyla sorunları en yumuşak şekilde çözmekte giderek iyileşiyoruz. Bu da hayatımızı daha akışkan yapıyor.
Atalar ne demiş (merak etmeyin hala burdayım zihin aktif ) “Ne dersen o olursun” ya da “Gülme komşuna gelir başına” hatta en basit teorik bilgi ama hayatımızda çoğunlukla kriz anlarında aktif olamayan “ İyi düşün iyi olsun” gibi sözler…. Ahhh Pratiğe gelince sıçanlardan mısınız ? Sorun yok klübe hoşgeldiniz. Fakat klüp çaresizlerin çaresizce konuştuğu değil, pratiğimizi güçlendirdiğimiz yer. O yüzden kaldırın başınızı… Hepimiz aynı şeyleri yaşıyoruz.
Eylem söylem ve düşüncelerimizin her biri 1 TL olsaydı ve 3 kumbaranız olsaydı diyelim. (Benzetme her zaman bir şeylerin anlaşılmasında tarih boyunca kolaylık sağlayan mükemmel bir şey değil mi 🙂 ? )
1. kumbara İşlerinizin rast gitmesini sağlasaydı. Ama aynı zamanda yanlış düşünce ve söylemlere kaptırdığınız her an etrafındaki küçük deliklerden bir kaç bozukluğu dışarı atsaydı.
2. kumbara bu gün atabildiğiniz bu paranın tahmin edilemez bir kısmını, en ihtiyacınız olduğu anda , kendi kararıyla size geri verseydi.
3. kumbara da parayı attığınızda şakır şukur sesler çıkartıp havalı sesler ile size attığınız için eğlenceli bir şov yapsaydı ama paranızı geri alamasaydınız.
Eee siz hangisini seçerdiniz ?
Valla 3ncü kumbara en iyisi ya attığıma değiyor 🙂 Hayır onun doğru olmadığı baştan hissettirdim, o kadar kolay yemlenmezsiz bence yahu !
Hadi 3ncü kumbaradan başlayalım. 3ncü kumbara sinirlendiğinizde halk diliyle “deşarj” olma anınız. Ama etraftaki pozitif negatif tüm enerjileri de topladığınız andır. Bilinçsiz bir mıknatıs gibi herşeyi üzerinize çekersiniz. Ot da konar bok da. Size tavsiye etmem. Hani böyle sinirlenince benim gibi mahallede depar de atabilirsiniz. Ya da kafanızı yastığa sokup bağırmak da isteyebilirsiniz. Ya da daha kötüsü birine kafa falan atmak isteyebilirsiniz. Ya da haykırarak 7 ceddine kılıç geçirebilirsiniz söverek 🙂 Mezarları titretebilirsiniz….
Anlık rahatlama hissinin paha biçilemez derece keyifli olduğu bu anlar , bize sonraki günlerde giderek sızısı ve ağrısı artan mir morluk , bir kas ağrısı, ya da vücudumuzda yanan bir yerin su toplaması gibi bir etki yaratır dostlar. Negatif dışa durum anını hissettiğiniz an nefes almalısınız. Daha yanar dağ fokurdarken altını kısacaksınız. NEFES DİYORUM SİZE NEFES. Her şey nefeste başlar nefeste biter. Aldığınız nefes bedeninizi ve kalp ritminizi düzenler. Hatta ağrıyan bir yerinize masaj yaparken, aldığınız nefesin o kasa gittiğine ve oradaki bağı çözdüğünü gözünüzde imgeleyin. Bedeninizle olan kutsal ilişkiyi biraz güçlendirin ayol o ne öyle kiralık eve çivi çakmayan kiracı gibi. Benim değil ki ev diye yuvasına gereken özeni göstermeyen kiracılar gibi davranmayın bedeninize. Onla arkadaş olmayı şimdiden öğrenin. Akşam yatarken ayaklarınızı sevin onlara masaj yapın. Ayağınızdan iğrenmek ne ya ? Ayak çirkin bir organ ne demek. O seni taşırken “ bu çirkin bir insan ben bunu taşımam “ diyor mu ? Ki bazen hepimiz en azından “Gıybet taym” a düşüyoruz. O zaman ağzımız hareket etmeyi kesiyor mu ? Hepsi sana koşulsuz hizmet halinde ve sen onlarla bu kadar yakınken, sinirden köpürdüğün anlarda onları kontrol edemediğini söyleme bana… Herşeyi değiştirebilecek güce sahipsin çünkü sen “suyun ta kendisisin” . Bunu ne kadar kendine hatırlatırsan, düşüncelerini ve söylemlerini ve eylemlerini iyi şeylerle ne kadar meşgul edersen, o kadar iyi şeyler olur hayatında. Bu herkesin anlattığı ama hiç kimsenin çoğunlukla yapamadığı bir şey. Bir şeyi bilmek onu yapabilmek değildir bunu biliyorsunuz.
Sonuç olarak serçe parmağını kapının köşesine vurduğunda , oluşan o çileli acına “neden bunlar hep benim başıma geliyor ya” , “salak kapı niye ordasın” “ bu gün de b*k gibi başladı anladık b*k gibi gidecek” gibi cümlelerle , zinciri devam ettirmenin ve gereksiz efor yasasına karşı gelmenin bir anlamı yok. Uzatma kardeşim, acıyacak , sabırla bekliyeceksin, derin nefes alıp parmağını biraz seviceksin. Hatta belki de ilgisiz kaldığını anlatmaya çalıştığını ve sitem ettiğini düşünmek bu hayatta ve bu farkındalığında şu an sana saçma gelmiyorsa, ayağından ve hayattan “buna sebep olucak ne yaptıysam, tüm bu ruhlardan ve kişilerden özür diliyorum” diyerek , hayatta bazı tıkanıkları temizlemen için sana gönderilmiş tatlı bir kaza olduğunu yorumlayarak, kolayca zinciri ilk halkada tamamlamış , ve sabrın ve sevginin gücünü kullanarak gününü kurtarmış olabilirsin. Yani sonuçta “niye ben ayağımı vurdum” “niye hep benim başıma geliyor “ “bunlar zaten hep benim başıma geliyor” dersen zaten o an bahsettiğimiz “mıknatıs” oluyorsun. E bi de üstüne ruh ve pozitif kumbarandan klasik arabanın yediği benzin gibi benzin yiyorsun. E Amerikalı da değilsin TL düşünmen lazım. Aman diyim sinirden Ferrariye dönüştüğün anda çok gazlama, zaten tüp takınca elinden alıyorlarmış o hikayeyi de biliyosundur … Neyse sen bi düşün yap hesabını kafanda… 🙂 Olmadı iyi gezmeler diyelim hala bu kumbarada kararlıysan. Kaza yapma yeter. Yani kendi hayat yolundan kendini alıkoyabilen gücün aynı zamanda yolculuğunu çok daha güzelleştireceğini bilmesi lazım insanın.
2.nci kumbarayı da Bob Marley’nin röportajında, gazeteciye kıl kıl bakan kısık gözleri ile verdiği cevap en iyi özetler bence. Gazeteci sorar “Zengin misin” Bob cevaplar “ Zengin derken nasıl bir zenginlikten bahsediyorsun ? Benim zengiliğim hayat(ım) dır “ diyor Usta. Neden Usta diyorum Çünkü bunu söyleyebilmek ve bunu anlayabilmek için , o ANDA onun için zenginlik olmadığını düşündüğü şeylerin Zenginlik olduğuna inandırıldığı zaman dilimlerinden geçerek, doğru gözlem ve doğru sezilerle , hayatın gerçek zenginlik olduğunu anladığı deneyim birikimleri ile konuşuyor. Bu onu hayatın bu konusunda usta yapar. Her önüne gelene Usta denmesini hoş görmüyorum. Spesifik bir örnek vermek isterdim , ama tam o örnekte yaptığı işi Ustalıkla yapan ve verilen makama yakışan kişiler vardır elbet. O yüzden kulak çöpünü bile örnek veremem. Onun bile bi ustası falan vardır aman diyim.
Neyse sonuç olarak, sevap pointler kazanılmak için yapıldığında değerini yitirmiştir zaten. Çünkü bizden yüksek boyutlarda zaten samimiyetsiz ve koşullu yapılan bir şeyin değeri yoktur. Gönülle yapılan , kalple söylenen düşünülen her güzel şey elbet bize döner. Tam ihtiyacınız olduğu anda en ihtiyacınız olan şeyin karşınıza çıktığı anda yaşadığınız mutluluğu ve rahatlamayı düşünün. Aklınıza bir kaç an geliyor mu. Hani herşey çok güzelken tam bir aksilik çıkıcak derken , herşeyin su gibi akması ne güzeldir. Sandığınızdan 35 kat daha kolay ve hızlı çözülür, ohhh kebap. Keyfiniz yerine gelir çilek reçeli gibi olursunuz. Heh işte o sizin zenginliğinizdir. Herşeyin “yolunda” gitmesi ve sizin hayatta “yolda” kalmanız büyük bir zenginliktir. Mesela bunun için şükredebilirsiniz. Çünkü sürekli yolundan alıkoyulan insanların yanından geçiyorsunuz her gün. Binlerce evi milyonlarca parası olup , ailesiyle ve sevdikleriyle zaman geçiremeyen insanlar, herşeye sahip olup , sıcak bir çay ve sevgi dolu bir aileyi özleyen bir sürü insan vardır dışarıda. Asıl zenginlik paylaşmaktır. İnsanlar istediklerinin onlara gelmemesinden ve olmamasından bahsetmeden önce , koşulsuz olarak bu kumbaraya ne kadar para attıklarını düşünmesidir. (Bu arada “para” yı herkes tarafından kabul edilen ortak bir “değer” olarak görelim , para sadece temsili) Yani kumbaranın onlara ihtiyacı olduğu anda onlara sandığından daha azını verdiğinde , hayata ve getirisine olan tutumu ve küstahlığı, belki de aperitifi yemek zannedip “Biz bunla doymadık ki” diyen bir insana benziyor. Kardeşim azcık sabretsen da … Biz sana şatafatlı bir şey hazırlıyorduk , sen böyle surat asınca bizim de sana o yemeği yapasımız gelmiyor pek demez mi hayat sana…
Ben hep kayıt anlarında , eğer o an studyoda aynı anda çok kişiyle çalıyorsak, “ güzeldi bu seferki , az kaldı yaklaşıyoruz “ derim hep. Yaklaşmasak bile derim. Çünkü yapılan her hatada “olmadı baştan girelim” deseydim, herkesin akışını ve moralini bozmuş olurum. En iyisi hata da olsa istediğin olmasa da devam etmektir. Çünkü biilirim ki o hayalindeki mükkemmel take(baştan sona çalınan kayıt) aslında olmayanların da olmayışına izin vermemle olacaktır. Akışı “yanlış” hissettiğiniz her an kesemezsiniz. Onun iyiye dönüşmesi için sabırlı olup niyetlerinizi “güzel olacak , birazdan istediğim olacak” söylem, düşünce ve eylemlerimle , istediğimin olmasını sağlayacak güce sahip olduğunu biliyorum. Kendini küçümsemek … Yarabbim düşmanıma vermesin derler ya … Kendini gücünü bilmek gerçekten hayatın “bug” ı , hayatın şifresi gibi. Seavays yazıp arabayla denizde gidebilmek gibi. GTA Vice City nesli bilir bu dediğimi ve sesli güler büyük ihtimalle 🙂
İnsanın zenginliği yaşadığı hayatın kalitesidir.
1nci kumbara da aslında biriktirdiğimiz bütün iyiliklerin güzelliklerin ve pozitif bankamızın, bir anlık nefret sinir öfke patlamasıyla , bu zenginlik depomuzun altına kendi kendimize açtığımız kocaman bir delik gibi. Bir şeyleri oluşturmak yaratmak ne kadar zaman alıyorsa , onu yok etmek ve toza çevirmenin de ne kadar kolay olduğundan bahşediyor. En basiti kumdan kalenizi düşünün küçük zamanlarınızdan. Dalgalardan korumak ve onu güçlendirmek için elinizden geleni yaparsınız, Ama eve dönerken onu zevkine yıkanlardansanız, saniyeler içinde tüm emeğinizi nasıl harcadığınızı da kendiniz gözlemlemişsinizdir. Bu yüzden A noktasından B noktasına gidip yolculuğu bitirme derdi ve telaşı , bizi A noktasından B noktasına geçen yolculuk (an) keyfinden alıkoyarsa, B noktasına gitmenin anlamı nedir? Hayatın içerisinde bizi bizden alıkoyan ve “deli” olduğumuzu düşünecekleri zamanlar için endişelendiğimiz ya da düşündüğümüz tüm enerjiyi, kendimizi sevmeye harcasaydık, acaba hayatımız nasıl olurdu ? Kendimizle konuşmanın gerçek bir terapi seansı, kendimizi dinleyemediğimiz yada bunu akıl edemediğimiz için, başkalarının bizi dinlemesini bu kadar önemsediğimizi fark etseydik, sorularımızın cevaplarını kitaplarda , internette ya da ekşi sözlükte arar mıydık acaba ? Bizden öte bi “biz” varmış ya, işte o ben ile oturup konuşacak ne kadar zamanınız oldu ki ? Ya da siz buna ne kadar zaman ayırdınız bi kendinize sorun. Bir çorbanın tuzu iseniz sizi çorbanın tümünden ayıran şey sizin çorbanın “tuzu” mu olmanızdır?
Kendimi okyanusun bir damlası zannediyordum, fakat anladım ki okyanusun ta kendisiyim demiş …. Kim demişti unuttum. Ama ne güzel demiş. Yaratanı bize sakallı ve eril bir görüşte imgeleten sistem utansın. Herşeyin içinde Yaratanın bir yansıması vardır. Bunu görebilenler ve ona ulaşmaya çalışanlar , hepimizin iç içe geçmiş ve mükemmel şekilde harmanlanmış bir bütün olduğunu anlayacaktır. Bölmek kolaydır , ötelemek de öyle. Bir gün ötelediğin şeyin aslında sen ve görmezden geldiğin gerçekler olduğunu anlayabilirsin. O zaman beni hatırlarsan sana sözüm şudur; “Sakin ol , yüzleştiğin şey aslında sana çok yakın ve tanıdık. Ne olursa olsun onu kabul et ve onunla barışmaya niyet et. Dengelendikçe bir su gibi etrafındaki ve içindeki herşey ile daha pürüzsüz ve daha uyumlu olacaksın”
İşlerin rast gitmesini sağlayanlar biziz. “Nasıl bu kadar pozitif olabiliyorsun Evrencan sorusunun cevabı kendinde gizlidir. Hep derim insanlar mutluluğu tibet dağlarında ararlar. Fakat bilmezler ki sadığı Tibet dağının kendisidir insan. İnsanı yuvasından (gökkube yani Dünya) alıkoyan yine insanın kendisidir. Geçmişte Baksılar , Dervişler , Aşıklar hep gezer dururlarmış. Masallar ve anılar biriktirir insanlarla bilgeliklerini paylaşırlarmış farklı yollarla. Çünkü bilirlermiş ki onların evleri Gökkubenin altıdır. Yani yuvam evimdir demişler hep. Bütünü gören bireyselliğin de bütünselliğe giden yol olduğunu daha iyi anlayabilir. Sen ağaçsın, sen dağsın, sen kayasın sen susun. Bi “susun” da “duysun” . Sen öyle bir şeysin işte nasıl anlatılır ki kelimelerle ? Elimden geleni yaptım:)
Sonuç olarak sen aynı zamanda yediğin ve içtiğin şeysin. İçine aldığın herşeye güzel niyetler edersen, içtiği suyu seversen , ona onu sevdiğini söylemenin “delilik” olduğunu sana düşündüren şeyin aslında sen mi yoksa zihnin mi olduğunu düşünüp, bunu eyleme geçirip su ile ilişkini kabul edersen, senin için daha hayırlı olur sanki. Belki bundan sonra neden anne yemeklerinin çok lezzetli olduğunu anlamış olursun. Analar yemeklerini sevgiyle yaparlar da ondan. Lafın gelişi değildir o mecaz değildir. Gerçekten sevgiyle yapılan yemeği yerken aslında , “sevgiyi” yemiş olursun. Maddeye maddeden öte bir anlam kazandırman senin elinde. Suyun senin kardeşin olduğunu bilmen ve bunu içselleştirmen, onunla konuşman, gözlerini kapatıp onun sana birşeyler anlattığını hissetmen seni deli yapmaz. Deli olsan ne olur ? İnstagramda 3 gün post yapmazsan deli olduğun unutulur zaten. Sen bu kadar kafaya takma “ elalem ne der “ şovu. Elalem hep der zaten. Orası da öyle bi alem. Olayı o yani 🙂 Hep bir şeyler der ama sen ne demek istiyorsun ?
Düşüncelerimizin , sözlerimizin , Eylemlerimizin her gün kumbarada biriken zenginliğimiz olduğunu, ve bu birikimleri nereye harcarsak, hayatımızın o yönde değişeceğini anlatmaya çalıştım size. Birikimlerinizi doğru yapın. Bol bol paylaşın. Bol bol sevin. Ki dönüp dolaşıp size gelsin. Hem de en beklediğiniz o mükemmel anlarda…. Hayatınız hep süprizlerle dolsun. Su gibi aksın , sürekli her şeye uyum sağlasın.
Su gibi bilge olmanız dileğiyle.
MMP
Sağ ol, güzel insan.
Tam da doğru zamanda buldum (ya da beni buldu 🙃)
Anlatmaya çalıştın ve başardın bence.
Enjoyed it a lot
May love and light find you wherever you go 🌷