Müziğin, hepimizi kuşatan ve biyolojik terimlerle açıklanamayacak bir biçimde yaşam barındıran bir gerçek olduğu hepimizce aşikârdır. Üstelik bunu reddemeyecek olmanın en güzel yanı, insanın hâlâ etkileşime açık olan bir bütünün parçası olduğunu görebilmek olsa gerek.
Bunun farkına varmış ve bu yola baş koymuş nice müzik erbabı olduğunu biliyor, onları bağrımıza basıyoruz. Bunun yanı sıra henüz daha bu yolun başında olan birçok yetenekli ismi de, artık daha sık duymaya başlar olduk. Buna sebep ister teknoloji, ister algımız olsun, güzel şeylerin olduğunu yadsıyamayız. O yüzden dedik, güzellikleri sizlerle de paylaşalım ki gününüz bir nebze olsun aydınlansın.
Kimilerimizin ünlü virtüöz gitarist Asım Can Gündüz’ün oğlu olarak bildiği, kimilerimizin de Motto Müzik’teki ‘Öğrenci İşleri’ programıyla tanıdığı, en geçe kalanlarından da Sertab Erener, Jehan Barbur gibi isimlerle yaptığı düetlerden aşina olduğu bir isim var bugün bizimle; Evrencan Gündüz. Kendisi 1996 doğumlu ve bir blues divanesi… Müzik kariyerine yoğunlaştığı şu dönemde bir yandan da İstanbul Üniversitesi, Su Ürünleri Mühendisliği Fakültesindeki eğitimine devam ediyor. Biz, bize, hikayemize, gençliğimize dair sorduk; o da yüreğinden geçtiği gibi cevapladı. Umarız okurken siz de kendinizden bir şeyler bulursunuz…
GazeteBilkent: Öncelikle merhabalar. 2017 baharına yenice girdiğimiz şu günlerde nasılsınız?
Aslında çok iyiyim. Her şeyin olması gerektiği gibi olduğu bu dünyada, değiştirmek istediğim bir şey var, onun dışında her şeyden, akıştan ve hayat akışını izlemekten keyif almaya çalışıyorum. 2017 senesi, geçen sene her şeye rağmen başardığım ve elde ettiğim birçok sevginin meyvesini hasat etme zamanı benim için. Özetle şu günlerde her şey olması gerektiği gibi oluyor. Umarım aynı durum sizin için de geçerlidir.
GazeteBilkent: 21 yaşında olduğunuza göre aynı kuşağın çocukları olduğumuzu söyleyebiliriz. 90’lı yılların çocukları hakkında “Bir tek görmedikleri şey, uzaylıların gelişi” nevinden çok fazla söylenen şey var. Acaba siz bu konuda ve özellikle bizim kuşağımız hakkında ne düşünüyorsunuz?
Geçen kuşaklarda ruhlar daha çok kendi yakın çevrelerinde reenkarnasyona uğruyordu sanırsam. Şimdiki yeni nesil, inanılmaz şekilde her şeyi çok hızlı öğrenme yetisine sahip. Bilgileri çok hızlı işleyip yoğurabilen ancak aynı zamanda çok hızlı tüketebilen bir tarza sahipler. Sanıyorsam bizim nesilde uzaydan gelen ruhlarla reenkarne olan çocuk sayısı daha fazla. Kuşağımı seviyorum. Sanıyorum biraz daha eyleme, harekete dönüğüz. Sadece fikirlerin değil, hayatın peşinde de hareketliyiz. Bir şeyleri değiştirmek, düzeltmek, ileri götürmek gibi bir sevdamız var gibi geliyor bana. Her bir bireyimiz “diğer nesillere göre sanıyorum aramızdaki iletişimin yoğunluğundan” hemen çoğalıveriyor. Tabii ki bu hatalar yapmamıza da yol açabilir. Ama ben inanıyorum ve biliyorum ki bizim kuşağımız gelecekte de önemli işler başaracak. Ben geleceğe daima pozitif bakıyorum. Tabii ki hatalar yapacağız. Ama hata yapmaktan da korkmamalıyız. Sadece hatalarımızdan dersler çıkarıp aynı hataları tekrarlamamalıyız.
Hatta 2010’a yaklaştıkça çocuklar çok ürkütücü olmaya başlıyor. Sosyal medya menajerimin oğlu Han, 5 yaşında. Ben ona Spiderman okurken kafamı okşayıp beni sevdiğini söylüyor, uyurken beni izleyip “ne” kadar güzel uyuduğumu söylüyor, bazen yeni yaptığım parçaları dinleyip, duygulandığını bile duydum annesinden. Algıları çok açık küçük zekâ küpleri var yeni nesilde. Hemen albüm yapmazsam bunlar beni pataklayacak!
GazeteBilkent: Çocukluk kahramanınız kimdir, kimlerdendir?
Çocukluktan önce bu sıralar Jimi Hendrix olduğunu söyleyebilirim. Hatta soruları yanıtlamadan hemen önce duvar kâğıdımı onun resmi yapmaya çalışıyordum. Açıkçası bir gitar virtüözünden çok, onun düşünce sistemine ve müzik anlayışına yoğunlaşmış durumdayım. Resmen büyülendim. Kulaklığımdan çıkarmıyorum. Meraklılarına da söyleyeyim; Spotify’dan “Wild Side of Us” listeme bakabilirler örnekler için. Çocukluğumda bir kahramanım varsa o Spiderman’dı herhalde… Çok severdim. Onun dışında ortaokulda Fenerbahçe’nin altyapısında olduğum zamanlarda Ray Charles’ın biyografisi işi kökünden değiştirdi. Film beni çok etkiledi ve bizim evdeki Eric Clapton, Allman Brothers ve bilmediğim bir sürü, isminde “blues” yazan her şeyi araştırmaya başladım. “Mess Around” şarkısını İzmir’deki turnuvaya giderken takım otobüsünde 50 kez dinledim üst üste (gerçekten 50 kez). Büyük ihtimalle içimdeki bitmeyen enerjiyi bana fark ettiren ikon oydu. Sonra liseye girmeden önceki yaz da babam bana gitar hediye edince işler zaten çorap söküğü gibi, müdahaleye gerek olmayan bir hal almıştı.
GazeteBilkent: Okuduğum ve izlediklerimden anladığım kadarıyla ilkokulda müzikle hemhal olmaya başlamışsınız. O sıralar bunun sizin için bir dönüm noktası olduğunu hissedebiliyor muydunuz?
Açıkçası o zamanlar müziği ne kadar sevsem de, benim için sadece yapmayı sevdiğim bir şeydi. Ama küçükken bile basketbol, resim, ya da müzik arasında bir tercih yapmam gerektiğini hissediyordum sanki. Neden bilmiyorum tabi… O zamanlar kafama öyle bir şey koymuşum. Bir aralar tenisçi bile olmak istedim, tenis dersi aldığım zamanlar. Ama gelin görün ki müzik, zaman içinde yürümek gibi refleksif bir şey oldu benim için. İlk başlarda çok zevkliydi ama şimdi bunun bana verilen bir lütuf, aynı zamanda taşınması gereken bir sorumluluk olduğunu hissediyorum. Çünkü müzik çalındığında arkadaşlarınla ettiğin sohbete konsantre olamamak, başkalarının konserlerinde “sadece” dans edip keyfine bakamamak ve sürekli “aman efendim basçının re telinin akordu mu bozuk” diye 20 dakika geçirmek, çok büyük rahatsızlık yani… Hatta filmlerdeki müzikleri bile, kafanda, o anda tekrar aranje etmek zaman zaman insanı zorluyor.
GazeteBilkent: Müzik sizce nedir?
Bu sıralar bazen hiç duymak istemediğim, bazen de yapmaktan yorulup kendimi dinlendirmek için yaptığım şey. Bazen müziğin bir iş olmasını sevmiyorum. Çünkü kendim için yaptığım müzik farklı geliyor… Bunu ne kadar aynı tutmaya çalışsam da, Her zaman odamda sadece gitarımla yalnız kaldığım o anlar benim için daha büyülü oluyorlar. Her zaman her şeyin başladığı yere dönüyorum. Tekrar odamda “neden Yiğidim Aslanım caz olmasın ki,” dediğim hissiyata dönüyorum. Bu beni özgür ve sınırsız hissettiriyor. Bence müzik kendin olmaktır.
GazeteBilkent: Acıya, doğaya, anılara, aşklara, davalara yazılmış binlerce beste varken hiç müziğin kendisine bir şarkı bestelemeyi düşündünüz mü? Mucizeye bir güzelleme gibi?
Örnekleri var aslında ama açıkçası hiç düşünmedim ve iyi bir fikir olabilir. Ama ondan önce “aman sen beni bıraktım, seni yakarım, tutamadım ellerinden, sen git bir daha gelme, bak mosmor oldun oh” konulu aşk şarkılarından daha güzel konular olduğunu ve bu konularda bir şeyler yapmak gerektiğini düşünüyorum. İnsanlarının alışkanlık haline getirdiği ve sanki bundan başka bir şeyin olmadığına inandırılarak, ciddi anlamda rantın döndüğü bizim harika müzik dünyasında, annesine yazdığı şarkıyla, elektriklerin kesilmesiyle ilgili, ya da İstanbul’un dışına bırakılan bir Golden’ın hislerini anlatan bir şarkının, ya da evine ekmek getirmeye çalışan üç çocuklu bir inşaat işçisinin hikâyesini, yani gerçek yaşama dair hiç bir şarkı duymuyoruz. Barış Manço, Cem Karaca ve döneminin bunlarla ilgili çok güzel örnekleri var. “Gurbet”, Sarı Çizmeli Mehmet Ağa , “Domates Biber Patlıcan”, “Fabrika kızı”, “Eylül’de gel” hemen aklıma gelen bir kaç tanesi… Şimdi müzik dünyası bu haldeyken bir de gidip müziğe mi şarkı yazacağız? Ay yok canım…
GazeteBilkent: Kendi programlarınız olsun, katıldığınız yayınlar olsun, en çok dikkatimi çeken şeylerden biri; her fırsatta, sizin sevdiğiniz ve sizi de seven insanlarla bir arada olduğunuzu ve sevdiğiniz işler üzerinde çalıştığınızı dile getirmeniz. Tabii ki Evrencan Gündüz’ün de zorlandığı yerler olmuştur. O zamanlarla nasıl başa çıkıyorsunuz?
Bu konuda, yani sevgi insanları ile beraber olmak ve sevgi ile bir şeyler başarmak konusunda, hem şanslıyım hem de bu tür insanları çevremde tutmak ve sevgimizi paylaşmak konusunda oldukça özen gösteriyorum. Zorlandığım zamanlar (sanıyorum insan olmanın şartlarından biri bu) tabii ki oluyor. Ben inanıyorum ki sevgi ve hoşgörü ile çalışarak tüm zorlukları yenebiliriz. Sadece kendimiz olmalıyız ve paylaşmaktan korkmamalıyız. İnsanlar bazen, ne kadar heyecanla ve hasretle gelseler de, konserlerde ne yapacaklarını şaşırıyorlar… İzmir’deki konserimde herkes konuşup duruyor, oturduğu yerden minik minik alkışlıyorlardı. Hâlbuki kapasiteyi aşmıştık ve 50 kişi kapıdan dönmüştü mekândan dolu olduğu için. Eğlenecek ve paylaşacak ortam vardı ama kimse bunun için çaba sarf etmiyordu. Bende sahneden inerek koskoca mekânda yere oturup evde gibi takılmaya başladım. Birden etrafıma altmış kişi birikti ve konserin “konser” olması için 30 saniye yetti. Ama bunu gerçekten anlayabilmek ve başarabilmek, sokaklarda soğuktan üşüyerek ya da sıcaktan terleyerek insanlarla ve müzikle geçirdiğim o anların bana hediyesiydi. Sokaklar bizim yaşadığımız ve diğer insanlarla paylaştığımız son derece özel mekânlar, farkına varmalıyız. Özetle sevgi, hoşgörü ve farkındalık.
GazeteBilkent: Siz sevgiye inanıyorsunuz; fakat sizce dünyanın tamamını buna inandırabilmek mümkün mü? Yüreği ile bakabilmeyi çok çabuk unutmuyor mu insan? Örneğin sevgisiz insanlarla iletişim kurmanız gerektiğinde bunu nasıl başarıyorsunuz?
Sevgisiz insan yoktur. Her birey bir annenim karnında sevgiyle büyür sevgiyi hisseder zaten. Sadece bazı insanların duvarları çoktur ya da kalındır diyelim. Bir insanın kalbini kazanmak, yüksek konsantre ve algı gerektirir. Hangi frekansla kimle ve ne konuşacağınızı çok iyi bilmelisiniz. İnsan su gibi olmalı, berrak ve doğru. İçindeki şahsi hırsları, kirleri doğal yollarla temizlemeli ve bunun en iyi ve kolay yolu sevgi. Ve empati kurmalıyız tabii ki. Ülkemizde hepimizin eli bir diğerine değiyor. Sadece farkında değiliz. Senin öğretmenin benim amcam olabiliyor. Senin halanın oğlu benim ekmeğimi yapıyor bir diğeri buğdayı ekiyor. Benim kankamın babası senin yakın arkadaşının bir eksiğini gideriyor. Ben Ezine peyniri seviyor ve yiyorum. Sen Bursa şeftalisi ya da Malatya kayısısı seviyorsun. Seksen milyon kişinin öyle girift bir bağı var ki, nasıl oluyor da birbirimizi sevemiyoruz ve önemseyemiyoruz hayret edilecek bir şey. Farklılıklarımızı ortaya dökmeyi, benzerliklerimizi ortaya koymaktan daha çok seviyoruz galiba. Ben yine de sevgi diyorum ve herkese sevgi diliyorum.
GazeteBilkent: Yüzünüzden eksik etmediğiniz gülümsemeniz sürekli mutlu olduğunuz anlamına mı geliyor?
Evet, tabii ki o anlama geliyor. Üzgün olduğumda üzgün, heyecanlıyken heyecanlıyım demeliyiz, kimseye karşı mutlu görünmeye çalışmamalıyız. Erdemli bir davranış değil bence. Başkalarını belki kandırabilirsiniz ama kendinizi kandıramazsınız ki… İnsanlar bazen “nasıl bu kadar mutlu olabildiğimi” soruyorlar. Ben de onlara mutluluğu çok uzaklarda aradıklarını söylüyorum. Nefes alırken mutlu olmak, Uyandığında mutlu olmak, yürürken mutlu olmak, şarkı söylerken mutlu olmak… Daha sayayım mı ?
GazeteBilkent: Geçenlerde Sertab Erener ile yaptığınız düet için “çocukken bunun olacağını hayal bile edemezdim,” demiştiniz. Şimdi bazı şeyler yavaş yavaş yerine oturmaya başlıyor ve artık 15 yıl sonrasını hayal edebiliyor musunuz? Yolculuk nereye gidiyor?
Bence 15 yıl sonra yolculuk bütün dünyada. Aileme de söyledim. Maddi sıkıntılarımın olmadığı o gün bütün Dünya’da müziğimi geliştirmek ve sokak müziği yapmak istiyorum. Maddi sıkıntılarımın olmadığı derken mütevazi bir yaşama yetecek miktarı kastediyorum. Kendi kültürümü, beş bin yıllık Anadolu kültürünü dünyanın farklı coğrafyasındaki kültürlerle harmanlamak istiyorum. Başka kültürleri öğrenmek ve insanlığın ortak bir sevgi ve karşılıklı saygı çerçevesinde müzikle buluşmasını, geçmiş ve gelecekle bağlar kurmasına yardımcı olmayı hayal ediyorum.
GazeteBilkent: Kadıköy ve civarında verdiğiniz sokak konserleri harika bir özveri, emeğinizi kutsal ve kıymetli buluyorum. Sanıyorum ki oldukça zor geçen şu son yıllarda, insanımızın en çok, müziğe ve sanatın her alanının bu iyileştirici gücüne ihtiyacı var. Lakin sizce Kadıköy’de verdiğiniz bu sokak konserlerini Türkiye’nin her şehrinde yapabilmek mümkün mü? Kendimize dair öz eleştiri yapacak olsanız, önce neyi değiştirmemiz gerektiğini söyleyebilirsiniz?
Bunu gerçekleştirmek için gerekli sponsorlar bulundu bile. Yazın bu işe başlayacağız zaten. İnsanların jazz’ı, funk’ı, ya da blues’u ya da halk müziğini illa da 50 lira verip konserde izlemesini doğru bulmuyorum. Sokaktaki insanın müziği sevdiğini bilmeye hakkı var. Hissetmeye hakkı var. Yaşamaya hakkı var. Onlara yaşayacakları bir sebep sunmam gerek. Çünkü biz sanatçıyız. Toplumun sorunlarını toplumla paylaşan, hatta bazen sorunlarını gülerek ya da gözleri yaşararak dinlemelerini sağlayan, halka mal olmuş veya olacak kişileriz. Bu yüzden bunu onlara borçluyuz ve hissettirmek için çaba harcamalıyız.
Ben bir öğrenci, genç ve Kadıköylü olarak işe en yakın çevremden başladım. Ve giderek bu bölgeyi imkânlarım dâhilinde genişletmeye çalışıyorum. Biliyorum ki ülkemizin her yerinde benim gibi yakın çevresinden başlayan binlerce genç var. Birbirimize destek verip daha geniş çevrelere ulaşacağız. Ve inanıyorum bir gün bir yerlerde buluşacağız.
GazeteBilkent: Son olarak birkaç yıldır kendi jenerasyonum arasında çokça karşılaştığım bir soruyu size de yöneltmek istiyorum. Yarın sabah neden uyanacaksınız?
Dünyadaki dengeyi koruyabilmek ve bu dengede sevgiyi ve birlikteliği arttırarak, yerimi bulmak ve insanlarla paylaşmak için uyanacağım.
Bu harika sorular için teşekkür ederim. Gerçekten uzun zamandır birkaçının cevabını vermek istiyordum.
Sevgiyle kalın.
Sertab Erener ile yaptıkları düet 🙂
Bu adreslerden Evrencan Gündüz’ün müziğini takip edebilirsiniz.
http://www.evrencangunduz.com/
https://www.facebook.com/evrencangunduz
https://twitter.com/evrencangunduz
https://www.youtube.com/evrencangunduz